Bu yazıda, bir markanın Türkiye'de başkası tarafından tescil edildikten sonra o markanın gerçek hak sahibi olan şirkete karşı tecavüz tehdidinde bulunmak amacıyla kullanılması üzerine açılan bir dava ele alınmakta olup mahkemelerin kötü niyetli tescile karşı gerçek hak sahibini nasıl koruduğudeğerlendirilmektedir.
Uyuşmazlık
Uyuşmazlık, global bir ilaç şirketleri grubu olan GlaxoSmithKline Plc (GSK)'nin iştiraklerinden biri olan Stiefel Laboratoires, Inc. adına Türkiye'de daha önce tescil edilmiş olan "Clindoxyl" markasının bir başkası tarafından kötü niyetli olarak yeniden tescil edilmesine ve bu tescilin GSK'ya karşı kullanılmasına ilişkindir.
"Clindoxyl" markası GSK tarafından özellikle akne tedavisine yönelik ürünlerle bağlantılı olarak, T.C. Sağlık Bakanlığı'ndan alınan ruhsat kapsamında 2010 yılından bu yana kullanılmaktadır.
GSK tarafından bu marka için 2006 yılında tescil başvurusu yapılmış ve marka 2007 yılında 5. sınıfta tescil edilmiş olmakla birlikte, 2016 yılında yenileme işleminin sehven yapılmamış olması nedeniyle marka hükümden düşmüştür.
2019 yılında ise davalı taraf, "Clindoxyl" markasını 5. sınıfta kendi adına tescil ettirmiştir. Davalı, tescil tarihinden itibaren on gün içinde GSK Türkiye'ye ihtarname göndermiş ve marka hakkına tecavüz edildiği iddiasında bulunarak, şirketin "Clindoxyl" markalı ürünlerini piyasadan toplatma tehdidinde bulunmuştur.
GSK, derhal ihtarnameye cevap göndererek "Clindoxyl" markasının gerçek hak sahibi olduğunu davalıya hatırlatmış ve markanın kendisine devrini talep etmiştir. Ancak davalı, markayı devretmek için oldukça yüksek bir bedel talep etmiştir.
Bu durumun kötü niyetin açık bir göstergesi olması üzerine, GSK davalıya karşı hükümsüzlük davası açmış ve davalının, GSK'nın önceki marka tescilinin yenilenmemesinden bilerek yararlanarak, GSK'nın yerleşik marka itibarı ve ticari varlığından haksız kazanç elde etme amacıyla hareket ettiğini ileri sürmüştür.
Davalı ise kötü niyet iddialarını reddederek, GSK'nın söz konusu markaya ilişkin geçerli bir tescilinin bulunmadığını, GSK'nın kullanımlarının 3. sınıf kapsamında olduğunun kabul edilmesi gerektiğini, oysa davalının bu markayı 5. sınıfta yer alan oda kokuları bakımından kullanmayı amaçladığını, bu nedenle ilgili malların da farklı sınıflarda olduğunu iddia etmiştir.
Karar
İlk derece mahkemesi, GSK lehine karar vererek davalının markasının hükümsüzlüğüne hükmetmiştir (İzmir Fikri ve Sınai Haklar Hukuk Mahkemesi, E. 2020/80, K. 2021/95, T. 16.06.2021).
Mahkeme, dosya kapsamındaki delillerden, GSK'nın "Clindoxyl" markasını davalının başvuru tarihinden çok daha önce hem Türkiye'de hem de yurt dışında kullandığının anlaşıldığını, bu nedenle GSK'nın "Clindoxyl" markasının gerçek hak sahibi olduğunu ve davalının, ayırt ediciliği yüksek olan bu markayı tesadüfen seçmesinin mümkün olmadığını belirtmiştir. Dolayısıyla mahkeme, davalının markanın gerçek hak sahibini bilmesine rağmen, bu markadan haksız yarar sağlama amacıyla hareket ettiğine kanaat getirmiştir.
Davalının istinaf başvurusu Bölge Adliye Mahkemesi tarafından reddedilmiştir (İzmir Bölge Adliye Mahkemesi, E. 2021/1077, K. 2024/421, T. 13.03.2024). Davalının temyiz başvurusu da Yargıtay tarafından reddedilmiş olup, söz konusu karar onanarak kesinleşmiştir (Yargıtay 11. Hukuk Dairesi, E. 2024/3134, K. 2025/1450, T. 04.03.2025).
Sonuç olarak, GSK, kötü niyetli tescilin hükümsüz kılınması talepli davasında başarı elde etmiş olup, böylece söz konusu tescil artık olası bir tecavüz davasına dayanak oluşturamayacağı gibi, GSK'nın kendi markasının yeniden tesciline engel teşkil eden bir unsur olmaktan da çıkmıştır.
Kesinleşen mahkeme kararının ardından, Türk Patent ve Marka Kurumu, ilgili markayı geçmişe etkili olarak tümden hükümsüz ilan etmiş ve bu durum GSK'nın kendi markasını yeniden tescil ettirmesinin önünü açmıştır.
Değerlendirmeler
Bu karar, özellikle marka sicilinde meydana gelen boşlukların veya yenileme eksikliklerinin üçüncü kişilerce kötü niyetli şekilde kullanılmasına karşı, marka sahiplerinin korunması bakımından Türkiye'de önemli bir emsal teşkil etmektedir. Karar, marka hakkının yalnızca sicil kayıtlarına değil, aynı zamanda markanın fiilî kullanımı, ticari tanınmışlığı ve dürüst ticari davranış ilkelerine de dayandığını açık biçimde ortaya koymaktadır.
Mahkeme, önceki içtihatlara atıfta bulunarak ve bir marka başvurusunda bulunmadan önce basiretli bir tacir gibi davranma yükümlülüğünü de hatırlatarak, fırsatçı başvurular ile meşru tesciller arasındaki sınırı net bir şekilde çizmiştir.
Önceki kullanımların ve gerçek hak sahipliğinin önemini vurgulayan bu karar, marka hukukuna dair içtihatların gelişimine katkı sağlamakta ve kötü niyetli girişimlerde bulunularak tescil sisteminin kötüye kullanılmasının önlenmesinde etkili bir hukuki araç niteliği taşımaktadır.
The content of this article is intended to provide a general guide to the subject matter. Specialist advice should be sought about your specific circumstances.